Bu makale Op. Dr. Hüseyin ACAR tarafından glokom hastalarını ve onların yakınlarını hastalık ve tedavi yöntemleri ile ilgili olarak genel anlamda bilgilendirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Konuyla iligili spesifik bilgi edinebilmek ancak kendisinin veya bu konuda uzman birisinin hastayı muayene etmesi ile mümkün olabilir.
Glokom hastalığını anlayabilmek için öncelikle gözün yapısı ve nasıl çalıştığı ile ilgili biraz bilgi sahibi olmak gerekir. Gözümüz kendisine gelen ışığı algılar ve bunu görme siniri aracılığıyla beyindeki görme merkezine iletir. Gözümüzün bu fonksiyonunu yerine getirebilmesi için kendisini oluşturan dokuların uyum içinde çalışması gerekir. Göz içi sıvısının üretimi de bu uyumun bir parçasıdır. Gözümüzün içindeki bazı dokular göz içi sıvısı üreterek gözümüzün şeklini korumasına ve damarsız olan bazı yapıların beslenmesine yardımcı olurlar. Üretilen bu sıvı görevini tamamladıktan sonra bir filtre sistemi aracılığı ile gözü terkeder. Normal şartlar altında göz içi sıvısının üretimi ve çıkışı denge halindedir ve bu dengeye bağlı olarak göz içi basıncı oluşur. Toplumdaki çoğu insanın göz içi basıncı 10-21 mmhg arasındadır ve istisnalar olsa da bu değerler normal olarak kabul edilebilir.
Glokom; göz içi basıncının olması gerekenin üzerine çıkarak görme sinirinde hasar oluşturması olarak tanımlanabilir. Göz içi basıncının artmasının esas nedeni üretilen sıvının göz dışına çıkışının çeşitli nedenlerle engellenmesidir. En sık görülen durum sıvının dışarı çıkışını sağlayan filtre sistemindeki gözeneklerin tıkanmasıdır. Bir diğer neden ise filtre sistemine komşu dokuların anormal şekilde büyüyerek çıkış yolunu kapatmalarıdır. Her iki durumda da göz tansiyonu genellikle yavaş yavaş yükselir ve sinsi bir şekilde görmenin azalmasına neden olur. Bazen göz içi sıvısının dolaşımı ani olarak sekteye uğrar ve böylesi durumlarda glokom krizinden bahsedilir. Glokom krizi acil bir durumdur ve en kısa sürede tedavi edilmesi gerekir.
Glokom sinsi bir hastalıktır. Yüksek seyreden göz içi basıncı sinir hücrelerine yavaş ve geri dönüşümsüz olarak zarar verir. Hastalar genellikle ileri evrelere kadar durumun farkına varamazlar. Hastalığın sinsi seyretmesinin bir diğer nedeni ise iki gözümüzün bulunmasıdır. Hernekadar hastalık iki gözü etkilese de bir göz genellikle daha iyi durumdadır ve hasta hayatına bu gözüyle devam ettiği için durumdan habersizdir. Hastalar genellikle tesadüfen iyi gören gözlerini kapattıklarında diğer gözün daha az gördüğünü farkederler. Hastalık erken dönemde bulgu vermediğinden dolayı rutin göz muayenesi esnasında biz göz doktorlarının en çok üzerinde durduğu hastalık glokomdur. Çoğu hastanın tanısı da genellikle şikayeti olmayan hastaların rutin göz muayenesi esnasında doktorun durumdan şüphelenmesi ile konulur.
Glokom hastalığı göz hastalığı uzmanlarının tanı koymakta en çok zorlandığı durumlardan birisidir. Bunun en önemli nedeni herkes için normal kabul edilebilecek göz tansiyonu değerlerinin bulunmamasıdır. Şöyleki; bazı kişlerde göz içi basıncının 24 mmhg olması kişinin görme sinirine zarar vermezken, bazı kişilerde 18 mmhg olması görme sinirinde ağır tahribata yol açabilmektedir. Diğer bir problem ise göz içi basıncının ölçümünde yaşanan zorluklardır. Göz içi basıncının ölçümü kornea dokumuzun kalınlığından çok etkilenir. Dolayısıyla göz içi basıncının değerlendirirken bu faktörü de göz önünde bulundurmak gerekir. Ayrıca tanı koymada kullanılan diğer testler de ancak belli bir düzeyde hasar meydana geldikten sonra bulgu vermekte, erken dönemde normal çıkmaktadır. Sonuç olarak göz tansiyonu tanısı şöyle konulur; şikayeti bulunan veya bulunmayan hastalarda hekim göz tansiyonundan şüphelendiği durumda çeşitli tetkikler ister. Bu tetkiklerin şüphelerini desteklemesi halinde doktor tanıyı koyar ve tedaviye başlar. Eğer tetkik sonuçları tanıyı desteklemiyor ise hasta takibe alınır ve belli aralıklarla tetkikler tekrarlanır. Yapılan her tetkik öncekilerle kıyaslanır. Tetkik sonuçlarında bir kötüleşme mevcutsa glokom tanısı konur ve tedaviye başlanır. Tekrarlanan tetkikler normal çıkıyorsa takip aralıkları arttırılabilir veya takip bırakılabilir.
Glokom krizinde ise tanı koymak nispeten daha kolaydır. Bu tür hastalarda göz tansiyonu kısa bir sürede çok yüksek değerlere ulaştığı için gözde görme azalması, kızarıklık ve ağrı yapar. Göz içi basıncının çok yüksek değerlere ulaştığı hastalarda tabloya mide bulantısı ve kusma da eklenebilir.
Şekil 1: Glokomu bulunan bir hastanın OCT cihazı ile sinir lifi kalınlığının incelenmesi. Bu tetkikte görme sinirini oluşturan sinir lifi tabakasının kalınlığı ölçülür. Bir bilgisayar programı yardımıyla kişiden elde edilen sonuçlar sağlıklı toplumunkiler ile karşılaştırılır. Ayrıca takip edilen hastalarda yapılan tetkikler yine cihazdaki bilgisayar programları aracalığı ile kıyaslanarak ilerleme olup olmadığı analiz edilir.
Şekil 2: Şekil 1’deki hastaya ait görme alanı incelemesi. Bu tetkik de sinir lifi kaybını araştırmak için yapılır fakat OCT’den farklıdır. Hastanın tetkiki uygun yapıp yapmadığı güvenlik indekslerine bakılarak değerlendirilir. Belirli aralıklarla yapılan tetkiklerle hastalığın ilerleme durumu araştırılır. Yapılan testlerin kıyaslanabilmesi için seçilen test tipinin ve test stratejisinin aynı olması gerekir.
Glokom hastalığın tedavisi göz içi basıncının görme sinirine zarar vermeyecek düzeye indirilmesi ile sağlanır. Bu amaçla göz içi sıvısının üretimini azaltan veya dışa atılımını arttıran ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlar çoğunlukla damla şeklindedir. Damlaların yetersiz geldiği ve görme hasarının devam ettiği durumlarda devreye lazer veya ameliyat seçenekleri girer. Lazer tedavisinde amaç filtre sisteminde delikler oluşturarak sıvının dışa akımını arttırmaktır. Ameliyatta ise filtre sisteminden dışarı açılan bir pencere oluşturulur ve göz içi sıvısının dışa akımı arttırılmaya çalışılır. Burada açılacak olan pencere yeterli miktarda sıvının dışa çıkışına izin verecek kadar büyük, göz içi basıncının istenmeyen düzeylere düşmesini engelleyecek kadar küçük olmalıdır. Bu dengeyi ayarlamak her zaman kolay olmayabilir. Tedavi stratejisi kabaca şöyledir; glokom tanısı konulduktan sonra doktor tarafında hedef bir göz içi basıncı belirlenir. Bu değere ulaşmak için öncelikle göz damlaları kullanılır. Belli aralıklarla yapılacak testlerle hedeflenen göz içi basıncının hasta için yeterli olup olmadığı kontrol edilir. Tekrarlanan tetkiklerde hastalık ilerleme göstermiyor ise bu basınç değeri hasta için güvenlidir diye düşünülür ve tedaviye aynen devam edilir. Yapılan testlerde ilerleme tespit ediliyorsa göz içi basıncını biraz daha azaltmak için tedavide düzenlemeye
gidilir bu düzenleme damlanın değiştirilmesi, yeni damla eklenmesi, lazer veya ameliyat şeklinde olabilir.
Glokom krizinde tedavi biraz daha farklıdır. Hastayı bir an önce normal göz içi basıncına döndürmek için eldeki tüm silahlar kullanılır. İlk planda göz damlaları, ağızdan ve damar yolundan alınan ilaçlarla tedaviye başlanır. Çoğu zaman bu yöntemler göz içi basıncının normal değerlere dönmesi için yeterlidir. Sonrasında ise hastalığın tekrarlama ve diğer gözü etkileme riskine bakılır. Eğer risk varsa bir göze veya her iki göze tedbir amaçlı lazer yapılır. Lazer ile gözümüzün renkli tabakasında küçük bir delik açılır ve sıvının tekrar hapsolarak göz tansiyonunu ani olarak yükseltmesi engellenmeye çalışılır.
Glokom göz içi basıncının yükselerek görme sinirine zarar vermesidir. Sinsi bir hastalıktır ve oluşan hasar telafi edilemez. Bu nedenle erken tanı koymak büyük önem taşır. Tanı genellikle rutin muayene esnasında göz doktorunun şüphelenip tetkik istemesi ile konulur. Bazı durumlarda tanı koymak için belli bir süre kişiyi takip etmek gerekir. Tedavinin ana prensibi göz içi basıncını hasar oluşturabilecek düzeyin altına indirmektir. Bu düzey kişiden kişiye farklılık gösterir. Kontrollerde yapılan tetkiklerde hastalık ilerlemeye devam ediyor ise ilave tedbirler ile göz içi basıncı biraz daha düşürülmeye çalışılır. Tedavide kullanılan temel araçlar göz damlaları, lazer ve ameliyattır.
Glokom krizi ise göz içi sıvısının dolaşımının kesintiye uğraması sonucu göz tansiyonun hızlı bir şekilde çok yüksek seviyelere ulaşmasıdır. Bu durum hastalarda belirgin şikayetlere neden olur. Tedavide amaç göz tansiyonunu bir an önce normal seviyeye döndürmek ve tekrarlama riski olan hastalarda lazer ile bu olasılığı minimuma indirmektir.